ISSN 2149-2263 | E-ISSN 2149-2271
The Anatolian Journal of Cardiology - Anatol J Cardiol: 15 (6)
Volume: 15  Issue: 6 - June 2015
ORIGINAL INVESTIGATION
1.The effects of ?-lipoic acid on aortic injury and hypertension in the rat remnant kidney (5/6 nephrectomy) model
Bekir Uğur Ergür, Serap Çilaker Mıcılı, Osman Yılmaz, Pınar Akokay
PMID: 25430409  doi: 10.5152/akd.2014.5483  Pages 443 - 449
Amaç: Bu çalışma sıçan 5/6 nefrektomi modelinde oluşan hipertansiyona ve abdominal aortta meydana gelen değişikliklere ?-lipoik asidin etkilerini histomorfometrik, immünohistokimyasal ve ince yapı düzeyinde araştırmak için planlanmıştır.
 
Yöntemler: Bu araştırmada cerrahi 5/6 nefrektomi modeli kullanılarak böbrek dokusu azaltılmıştır. Nefrektomili denekler 4 gruba ayrılmıştır; Grup 1 - kontrol grubu, Grup 2 - Lipoik asit grubu, Grup 3- 5/6 Nefrektomi grubu, Grup 4- 5/6 Nefrektomi + Lipoik asit grubu. Lipoik asit çözeltisi 100 mg/kg, 8 hafta boyunca oral gavaj yoluyla Grup 2 ve 4’e uygulanmıştır. Deneyin sonunda, sağ karotid arterden ortalama sistemik kan basıncı monitörize edilmiştir. Daha sonra, aort dokuları çıkarılarak tespit edilmiş ve rutin histolojik prosedürler uygulanarak doku kesitleri histokimyasal, immunohistokimyasal (tip-I anjiyotensin reseptörü, vasküler endoteliyal büyüme fakörü, alfa-düz kas aktini) ve ultrastrüktürel olarak incelenmiştir.
 
Bulgular: Çalışmamızda, 5/6 nefrektomi grubunda karotis arterden ölçülen kan basıncı değerlerinin diğer 3 gruba göre anlamlı derecede yüksek olduğunu bulduk. 5/6 Nefrektomi+Lipoik asit grubunda kan basıncı değerleri ve tunika media kalınlığı 5/6 Nefrektomi grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. 5/6 Nefrektomi+Lipoik asit grubunda aort duvar kalınlığında azalma ayrıca elastik fibrillerin daha düzenli ve daha organize olduğunu gözledik. 5/6 nefrektomi+Lipoik asit grubunda tip-I anjiotensin reseptörü, vasküler endoteliyal büyüme faktörü ve alfa-düz kas aktini antikorlarının 5/6 nefrektomi grubuna kıyasla azaldığını bulduk.
 
Sonuç: Bu çalışmadan elde ettiğimiz veriler ışığında, ?-lipoik asit’in ikincil hipertansiyonun hedef organ etkileri için olumlu bir ajan olabileceğini düşünmekteyiz.

 


Objective: The present study was designed to investigate the effects of ?-lipoic acid on the abdominal aorta and hypertension in a remnant kidney model histomorphometrically, immunohistochemically, and ultrastructurally.
 
Methods: We surgically reduced the renal tissue mass to 5/6 by applying a remnant kidney model. The rats were divided into 4 groups: Group 1- control group, Group 2- lipoic acid group, Group 3- 5/6 nephrectomy group, and Group IV: 5/6 nephrectomy+lipoic acid-treated group. Lipoic acid solution 100 mg/kg was administered by oral gavage for 8 weeks to Groups II and IV. At the end of the experiment, systemic mean blood pressure was monitored. Then, aortic tissues were removed and fixed. After routine histological procedures, tissue sections were examined histochemically, immunohistochemically (type I angiotensin receptor, vascular endothelial growth factor, alpha-smooth muscle actin), and ultrastructurally.
 
Results: The blood pressure measurements in 5/6 nephrectomy group were significantly higher compared to other groups. In the 5/6 nephrectomy+lipoic acid group, measured blood pressure values and tunica media thickness were significantly lower than in the 5/6 nephrectomy group. In the 5/6 nephrectomy+lipoic acid group, decreased aortic wall thickness, regularity in the structure of elastic fibrils, and more organized elastic lamellae were seen. The expression of type I angiotensin receptor, vascular endothelial growth factor, alpha-smooth muscle actin in the 5/6 nephrectomy+lipoic acid group was decreased compared to the 5/6 nephrectomy group.

 
Conclusion: In the present study, we found that ?-lipoic acid could be a favorable agent for the target organ effects of secondary hypertension.
 


2.Serum neutrophil gelatinase-associated lipocalin levels are correlated with the complexity and the severity of atherosclerosis in acute coronary syndrome
Korhan Soylu, Gökhan Aksan, Gökay Nar, Metin Özdemir, Okan Gülel, Sinan İnci, Aytekin Aksakal, Ayşegül İdil Soylu, Özcan Yılmaz
PMID: 25430410  doi: 10.5152/akd.2014.5513  Pages 450 - 455
Amaç: Neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL) nötrofillerden salınan yeni bir enflamatuvar belirteçtir. Bu çalışmada ST elevasyonsuz akut koroner sendromlu (NSTE-ACS) hastalardaki klinik ve anjiyografik risk skorları ile NGAL seviyesi arasındaki ilişki araştırılmıştır.
 
Yöntemler: Çalışmaya koroner anjiyografi uygulanan 47 NSTE-ACS hastası ile stabil angina nedeniyle koroner anjiyografi yapılan ve koroner arterleri normal saptanan 45 kontrol hastası dahil edildi. Klinik risk değerlendirmesi amacıyla GRACE risk skoru, anjiyografik risk değerlendirmesi amacıyla da SYNTAX ve Gensini risk skorları kullanıldı. Başvuru esnasında hastalardan alınan kan örneklerinden ELİSA yöntemi ile serum NGAL düzeyi hesaplandı.
 
Bulgular: Serum NGAL seviyesi NSTE-ACS grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti (112,3±49,6 ng/mL’ye karşın 58,1±24,3 ng/mL, p<0,001). Serum NGAL düzeyleri ile GRACE risk skoru (r=0,533 ve p<0,001), SYNTAX (r=0,395 ve p=0,006) ve GENSİNİ risk skorları (r=0,575 ve p<0,001) arasında anlamlı pozitif korelasyon vardı. NGAL seviyesi orta-yüksek SYNTAX (>22) grupta düşük SYNTAX (?22) gruba göre anlamlı şekilde yüksekti (143±29,5 ng/mL’ye karşın 98,7±43,2 ng/mL, p=0,001).
 
Sonuç: Çalışmamızda NGAL seviyesi NSTE-ACS hastalarındaki lezyon kompleksitesi ve koroner arter hastalığının yaygınlığı ile pozitif korelasyon göstermiştir. Başvuru sırasındaki serum NGAL seviyesi NSTE-ACS hastalarındaki artmış aterosklerotik yük ile ilişkilidir.

 


Objective: Neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL) is a novel inflammatory marker that is released from neutrophils. In this study, we evaluated the correlation between serum NGAL level and clinical and angiographic risk scores in patients diagnosed with non-ST elevation acute coronary syndrome (NSTE-ACS).
 
Methods: Forty-seven random NSTE-ACS patients and 45 patients with normal coronary arteries (NCA) who underwent coronary angiography were enrolled in the study. GRACE risk score and SYNTAX and Gensini risk scores were used, respectively, for the purpose of clinical risk assessment and angiographic risk scoring. Serum NGAL level was measured via ELISA in peripheral blood samples obtained from the patients at the time of admission.
 
Results: Serum NGAL level was significantly higher in the NSTE-ACS group compared to the control group (112.3±49.6 ng/mL vs. 58.1±24.3 ng/mL, p<0.001). There was a significant positive correlation between serum NGAL levels and the GRACE (r=0.533 and p<0.001), SYNTAX (r=0.395 and p=0.006), and Gensini risk scores (r=0.575 and p<0.001). The intermediate-high SYNTAX (>22) group had statistically significantly higher serum NGAL levels compared to the low SYNTAX (?22) group (143±29.5 ng/mL vs. 98.7±43.2 ng/mL, p=0.001).

 
Conclusion: NGAL level was positively correlated with lesion complexity and severity of coronary artery disease in patients with NSTE-ACS. Serum NGAL levels on admission are associated with increased burden of atherosclerosis in patients with NSTE-ACS.
 


3.Fragmented QRS is associated with frequency of premature ventricular contractions in patients without overt cardiac disease
Ahmet Temiz, Emine Gazi, Burak Altun, Ömer Güngör, Ahmet Barutçu, Adem Bekler, Yusuf ziya Tan, Ali Ümit Yener, Mustafa Saçar, Yücel Çölkesen
PMID: 25430411  doi: 10.5152/akd.2014.5467  Pages 456 - 462
Amaç: Bu çalışmada, fragmente QRS (fQRS) varlığının prematüre ventriküler atım (PVA) sıklığıyla ilişkili olup olmadığının gösterilmesi amaçlanmıştır.
 
Yöntemler: Ağustos 2012 ile Şubat 2013 arasında yapılan 282 adet 24 saatlik Holter retrospektif olarak değerlendirilmiştir. İlk olarak hastalar fQRS varlığına göre 2 gruba ayrılmış daha sonra da PVA sıklığına göre, Grup 1: seyrek PVA (<120 PVA/gün), Grup 2: orta sıklıkta PVA (120-720 PVA/gün) ve Grup 3: sık PVA (>720 PVA/gün) olacak şekilde 3 gruba ayrılmıştır. Çoklu lojistik regresyon analizi ile sık PVA belirteçleri incelenmiştir.
 
Bulgular: Doksan sekiz hastada fQRS mevcuttu. İki grup arasında vücut kitle indeksi, cinsiyet, hipertansiyon ve şeker hastalığı açısından fark yoktu. fQRS olan hastalar daha yaşlı idi (54,9±15,6'ya karşı 47,0±16,3, p<0,001) ve ailesel koroner arter hastalığı öyküsü daha fazla idi (%25'e karşı %13, p=0,012). fQRS hastalarının aspirin kullanma oranları daha fazla idi (%28,6'ya karşı %10,4, p<0,001) ve sol atriyumları daha geniş idi (33.5±5.7 mm'e karşı 30,4±5,8 mm, p=0,001). fQRS varlığı PVA sıklığı ile anlamlı bir şekilde ilişkiliydi (Sık PVA için %27,7’ye karşı %7,6, p<0,001, orta sıklıkta PVA için %18,4’e karşı %11,4, p=0,012). Grup 1’in (n=202) %26,2’sinde, grup 2’nin (n=39) %46,2 sinde grup 3’ün (n=41) ise %65,9’unda fQRS mevcuttu. Çoklu lojistik regresyon analizinde sadece yaş (tehlike oranı: 4,24, %95 güvenlik aralığı 2,08-8,64, p=0,001)  ve fQRS varlığı (tehlike oranı: 2,11, %95 güvenlik aralığı 1,00-4,45, p=0,05) sık PVA’nın bağımsız öngörücüsü olarak bulunmuştur.
 
Sonuç: Bu çalışma göstermiştir ki, fQRS varlığı aşikar yapısal kalp hastalığı olmayanlarda sık PVA ile ilişkilidir.

Objective: In this study, we aimed to demonstrate whether the presence of fragmented QRS (fQRS) is associated with the frequency of premature ventricular contractions (PVCs).
 
Methods: We retrospectively analyzed 282 cases by 24-hour Holter monitorings (HMs) between August 2012 and February 2013. Firstly, the patients were divided into 2 groups with respect to presence of fQRS and then divided into 3 groups with respect to frequency of PVCs as Group 1: seldom PVC (<120 PVCs/day), Group 2: moderate-frequency PVC (120-720 PVCs/day), and Group 3: frequent PVC (>720 PVCs/day). We investigated the predictors of frequent PVCs by using multinomial logistic regression analysis.
 
Results: Ninety-eight patients had fQRS. There was no difference between the 2 groups with respect to body mass index, gender, hypertension, and diabetes mellitus. Patients with fQRS were older (54.9±15.6 vs. 47.0±16.3, p<0.001) and had more family history of coronary artery disease (25% vs. 13%, p=0.012). Patients with fQRS was more likely to be on aspirin therapy (28.6% vs. 10.4%, p<0.001) and have a larger left atrium diameter (33.5±5.7 vs. 30.4±5.8, p=0.001). Presence of fQRS was significantly associated with the frequency of PVCs (for frequent PVC 27.7% vs. 7.6%, p<0.001; for moderate-frequency PVC 18.4% vs. 11.4%, p=0.012); 26.2% of Group 1 (n=202) had fQRS, 46.2% of Group 2 (n=39) had fQRS, and 65.9% of Group 3 (n=41) had fQRS. In the multinomial regression analysis, only age (odds ratio: 4.24, 95% confidence interval 2.08-8.64, p=0.001) and fQRS (odds ratio: 2.11, 95% confidence interval 1.00-4.45, p=0.05) were predictors of frequent PVCs.

 
Conclusion: This study demonstrated that the presence of fQRS is associated with frequent PVCs in patients without overt structural heart disease.
 


4.Evaluation of Tpe interval and Tpe/QT ratio in patients with slow coronary flow
Regayip Zehir, Can Yücel Karabay, Arzu Kalaycı, Taylan Akgün, Alev Kılıçgedik, Cevat Kırma
PMID: 25430412  doi: 10.5152/akd.2014.5503  Pages 463 - 467
Amaç: Koroner yavaş akım (KYA) normal bir koroner arterde distal damar yatağının gecikmiş opak tutması olarak tanımlanır. Birçok çalışmada elektrokardiyografide T dalgasının zirvesi ve sonu arasındaki mesafenin (Tpe) ve Tpe/QT oranın malign ventriküler aritmiler ile ilişkisini göstermiştir. Bu çalışmada KYA tespit edilen hastalarda Tpe ve Tpe/QT oranlarını kullanarak ventriküler repolarizasyonu değerlendirmeyi amaçladık.
 
Yöntem: Çalışma popülasyonu anjiyografik olarak kanıtlanmış KYA olan 33 hasta ve koroner anjiyografileri normal olan ve KYA saptanmayan 33 kontrol hastasından oluşmaktadır. Hastaların ve kontrol grubunun koroner akım hızları TIMI (Thrombolysis in Myocardial Infarction)  kare sayıları ile dokümante edildi.  Hastalardan alınan elektrokardiyografiden Tpe ve Tpe/QT oranları kaydedildi ve gruplar arasında karşılaştırıldı.
 
Bulgular: Her iki grup arasında bazal özellikler açısından fark saptanmamıştır. KYA grubunda kontrol grubuna göre Tpe, Tpe/QT ve Tpe/QTc oranları istatistiki anlamlı şekilde artmıştır (p<0,001).
 
Sonuç: KYA hastalarında Tpe ve Tpe/QT oranları artmıştır.

 


Objective: Slow coronary flow (SCF) phenomenon is described as the delayed opacification of the distal vasculature and angiographically normal coronary arteries. Considerable studies have suggested that the interval from the peak to the end of the electrocardiographic T wave (Tpe) may correspond to the transmural dispersion of repolarization and that increased Tpe interval and Tpe/QT ratio are associated with malignant ventricular arrhythmias. In this study, we intended to evaluate ventricular repolarization in patients with SCF by using the Tpe interval and Tpe/QT ratio.
 
Methods: The study population included 33 patients with angiographically proven SCF and 33 control patients with angiographically proven normal coronary arteries without associated SCF. Coronary flow rates of patients and the control group were documented by TIMI (Thrombolysis in Myocardial Infarction) frame count. From the electrocardiograms, Tpe interval and Tpe/QT ratio were calculated and compared between groups.
 
Results: No statistically significant difference was found between the two groups in terms of basic characteristics. Mean Tpe interval, Tpe/QT ratio, and Tpe/QTc ratio were prolonged in the study group compared to the control group (p<0.001).
 
Conclusion: Tpe interval and Tpe/QT ratio were increased in SCF patients. 
 

EDITORIAL COMMENT
5.Coronary slow flow: Electrophysiologic evidence of ischemia?
M. Reza Movahed
PMID: 26006138  doi: 10.5152/akd.2015.15587  Page 468
Turkish
 
Başlık:  Yavaş Koroner Akımı: İskeminin elektrofizyolojik kanıtı mıdır?



ORIGINAL INVESTIGATION
6.Relationship between reversibility score on corresponding left ventricular segments and fractional flow reserve in coronary artery disease
Bertalan Kracskó, Ildikó Garai, Sándor Barna, Gábor Tamás Szabó, Ildikó Rácz, Rudolf Kolozsvári, Balázs Tar, Csaba Jenei, József Varga, Zsolt Kõszegi
PMID: 25430413  doi: 10.5152/akd.2014.5500  Pages 469 - 474
Amaç: Bu çalışmanın amacı, sintigrafi ile saptanan perfüzyon anormalliğin şiddeti ile fraksiyonel akım rezervi (FFR) değeri ve yanı sıra belirli bir koroner lezyonun lokalizasyonu arasındaki ilişkiyi bulmaktı. FFR değerleri ve karşılık gelen sol ventrikül segmentleri temelinde yalnızca FFR parametresine kıyasla miyokardiyal iskemi ile daha iyi bir korelasyon hedefleyen kombine bir indeks önerdik.
 
Yöntemler: FFR ölçümleri ve miyokard perfüzyon SPECT çalışmaları mevcut olan 28 hasta (erkek: 22, kadın: 6, yaş 62±7,62) retrospektif analize dahil edildi. Orta düzey (%40-60) stenozu olan 36 damarın (20 LAD, 6 LCx, 10 RCA) FFR ölçümleri ile Tc-99m SestaMIBI miyokard perfüzyonu SPECT çalışmaları karşılaştırıldı. SPECT çalışmaları tüm vakalarda invaziv girişimden önce yapıldı. Biz FFR değerleri ile karşılık gelen miyokard segmentlerinin sayısını (N) birleştirerek [LVII = N x (1-FFR)] yeni bir iskemik indeks, sol ventrikül iskemik indeksi (LVIi) sunmaktayız. Bu indeks sintigramlarda tanımlanan bölgesel miyokard perfüzyon defektleri ile korele idi. İki veya üzeri perfüzyon reverzibilite skoru aktif iskemi göstergesi olarak kabul edildi (rDSc: bölgesel fark skoru) İstatistiksel analiz için farklı parametreleri karşılaştırmak amacıyla lineer regresyon analizi ve alıcı işletim karakteristiği (ROC) eğrisi analizi kullandık.
 
Bulgular: LVIi ve rDSc değerleri arasında lineer regresyon analizi ile yakın bir doğrusal ilişki bulundu (p<0,001). Lezyonların lokalizasyonundan bağımsız olarak tüm FFR değerleri analiz edildiğinde onlar da rDSc ile anlamlı korelasyon gösterdi, ancak bu ilişki daha az yakındı. LVIi miyokard sintigrafisinde aktif iskemiyi (?2 rDSc) cut off değeri 0,96 olarak alındığında %78 duyarlılık ve %94 özgüllük ile öngördü. Yalnızca FFR, sintigrafide iskemiyi en iyi 0,8 cut-off değeri ile %72 duyarlılık ve %94 özgüllük ile öngördü. ROC eğrisi altında kalan alan FFR’ye göre LVIi için anlamlı derecede daha yüksekti (0,87’ye karşılık 0,94, p<0,05).
 
Sonuç: Sintigrafik veriler LVIi >0,96 olduğunda klinik açıdan stenotik lezyonu gösterdiğine işaret etmektedir. Kanımızca, karşılık gelen sol ventrikül segmentleri ile ağırlıklı FFR değeri en iyi klinik kararı vermek için dikkate alınmalıdır.

 


Objective: The objective of this study was to find the correlation between the severity of perfusion abnormality detected by scintigraphy and the FFR value, as well as the localization of a particular coronary lesion. On the basis of FFR values and the corresponding left ventricular segments, we proposed a combined index to aim for better correlation with myocardial ischemia than the FFR parameter alone.
 
Methods: Twenty-eight patients (male: 22, female: 6, age 62±7.62) having FFR measurements and myocardial perfusion SPECT studies were enrolled in our retrospective analysis. FFR measurements on 36 vessels (20 LAD, 6 LCx, 10 RCA) with intermediate stenosis (40%-60%) were compared to the Tc-99m SestaMIBI myocardial perfusion SPECT studies. SPECT studies were performed before the invasive procedure in all cases. We introduced a new ischemic index, the left ventricular ischemic index (LVIi), by combining FFR values with the number of corresponding myocardial segments (N) [LVIi=N x (1-FFR)]. This index correlated with the regional myocardial perfusion defects identified on the scintigrams. A perfusion reversibility score of 2 or above was considered indicative of active ischemia (regional difference score: rDSc). For the statistical analysis, we used linear regression analysis and receiver operating characteristic (ROC) curve analysis to compare the different parameters.
 
Results: A close linear relationship was found between the LVIi and rDSc values (p<0.001) with linear regression analysis. When analyzing all FFR values independently of the localization of the lesions, they also correlated significantly to the rDSc, but this relation was not as close. LVIi predicted active ischemia (?2 rDSc) on myocardial scintigraphy with 78% sensitivity and 94% specificity when the cutoff value was set to 0.96. FFR alone predicted ischemia on scintigraphy with 72% sensitivity and 94% specificity at the best 0.8 cut-off value. The area under the ROC curve was significantly higher for LVIi than FFR (0.94 vs. 0.87; p<0.05).

 
Conclusion: The scintigraphic data indicate that an LVIi >0.96 implies a clinically relevant stenotic lesion. In our opinion, FFR values, weighted with the corresponding left ventricular segments, should be taken into consideration for the best clinical decision-making.
 


7.The relationship between coronary slow flow phenomenon and urotensin-II: A prospective and controlled study
Halit Zengin, Ali Rıza Erbay, Ali Okuyucu, Hasan Alaçam, Serkan Yüksel, Murat Meriç, Korhan Soylu, Ömer Gedikli, Naci Murat, Okan Gülel, Sabri Demircan, Filiz Akın, Özcan Yılmaz, Mahmut Şahin
PMID: 25430414  doi: 10.5152/akd.2014.5481  Pages 475 - 479
Amaç: Koroner yavaş akım (KYA)’un fizyopatolojisini anlamaya yönelik çok sayıda çalışma yapılmış olmasına rağmen mekanizma tam olarak anlaşılamamıştır. Sunulan bu çalışmamızda KYA patofizyolojisinde güçlü bir vazokonstriktör olan ürotensin II’nin (UII) rolünü araştırdık. Bu prospektif kontrollü çalışmanın amacı KYA ile serum UII düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
 
Yöntemler: Bu prospektif çalışmaya herhangi bir koroner arterinde yavaş akımı olan 32 hasta ve normal koroner arter (NKA) saptanan 32 hasta alındı. Kare sayısı (TKS) koroner akım TIMI (Thrombolysis In Myocardial Infarction) yöntemine göre hesaplandı. Sol ön inen arter için TKS?39, circumflex koroner arter için TKS?27, sağ koroner arter için TFC?24 koroner yavaş akım olarak değerlendirildi. Her iki gruptan alınan kan örneklerinden enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA)  metoduyla ürotensin II düzeyleri ölçüldü.
 
Bulgular: UII KYA grubunda NKA grubuna göre anlamlı derecede daha yüksek bulundu [sırasıyla, 122 pg/mL (71-831), 95 pg/mL (21-635), p<0,001]. Yüksek dansiteli lipoproteinli (YDL) KYA grubunda anlamlı derecede daha  düşük iken lökosit sayısı KYA grubunda anlamlı derecede daha yüksek bulundu. KYA grubunda UII ile ortalama TKS arasında pozitif korelasyon saptandı (r=0,524, p=0,002). Yapılan çoklu regresyon analizinde ise UII, HDL ve sigara içiciliği KYA’ı öngörmede bağımsız öngördürücü olduğu tespit edildi (sırasıyla, OR=1,010, %95 güven aralığı 1.002-1014, p=0,019; OR=0,927, %95 güven aralığı 0,869-0,988, p=0,019; OR=5,755, %95 güven aralığı 1,272-26,041, p=0,021).          
 
Sonuç: KYA grubunda UII düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. Bu bulgu KYA’ın patogenezinde rol oynayan faktörlerden bir tanesinin de UII olabileceğini düşündürmektedir. 


Objective: The underlying mechanism of coronary slow flow (CSF) has not yet been clarified, although many studies have been conducted to understand its pathophysiology. In this study, we investigated the role of a very potent vasoconstrictor, urotensin-II (UII), in the pathophysiology of CSF. This prospective and controlled investigation aimed to evaluate the association between CSF and serum levels of UII.
 
Methods: Our study included 32 patients with slow flow in any coronary artery and 32 patients with normal coronary arteries. Coronary flow was calculated using the Thrombolysis in Myocardial Infarction (TIMI) frame count (TFC) method, and CSF was defined as TFC ?39 for the left anterior descending artery, TFC ?27 for the circumflex coronary artery, and TFC ?24 for the right coronary artery. UII levels in blood samples obtained from both groups were measured by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) method.
 
Results: UII levels were significantly higher in the CSF group than in the control group [122 pg/mL (71-831), 95 pg/mL (21-635), respectively; p<0.001]. High-density lipoprotein (HDL) levels were lower in the CSF group, and leukocyte counts were significantly higher. A positive correlation between UII and mean TFC (r=0.524, p=0.002) was found in the CSF group. The multivariate logistic regression analysis determined that UII, HDL, and cigarette smoking were independent indicators in predicting CSF (OR=1.010, 95% confidence interval 1.002-1014, p=0.019; OR=0.927, 95% confidence interval 0.869-0.988, p=0.019; OR=5.755, 95% confidence interval 1.272-26.041, p=0.021, respectively).
 
Conclusion: Serum UII levels were found to be significantly higher in the CSF group, suggesting that UII may be one of the underlying factors in the pathogenesis of CSF. 
 

8.The effect of raloxifene on left ventricular hypertrophy in postmenopausal women: A prospective, randomized, and controlled study
Uğur Abbas Bal, İlyas Atar, Mesut Öktem, Hulusi B. Zeyneloğlu, Aylin Yıldırır, Esra Kuşcu, Haldun Müderrisoğlu
PMID: 25430415  doi: 10.5152/akd.2014.5473  Pages 480 - 484
Amaç: Sağlıklı kadınlarda miyokardiyal kütlede, erkeklerde görülmeyen yaş ile ilişkili progresif bir artış izlenir ve bu durum özellikle postmenopozal kadınlarda gelişir. Raloksifen kemik ve kardiyovasküler sistemde östrojenik etki gösteren bir selektif östrojen reseptör modülatörüdür. Bu çalışmanın amacı ise postmenopozal kadınlarda raloksifenin miyokardiyal hipertrofi üzerine etkisini araştırmaktır.
 
Yöntem: Toplam 22 postmenopozal osteoporotik kadın hasta bu açık uçlu, randomize, prospektif ve kontrollü çalışmaya dahil edildi. Hastalar iki gruba randomize edildi;  11 hastaya (grup 1) raloksifen 60 mg/gün verildi ve diğer 11 hasta (grup 2) kontrol grubu olarak tanımlandı. Bütün hastaların çalışma başlangıcında ve altı aylık takip süresi sonunda kantitatif 2-boyutlu ve M mod ekokardiyografik ölçümleri yapıldı. Bütün hastaların sol ventrikül kütle ve kütle indeksi hesaplandı.
 
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 57,2±3,9 yıldı ve başlangıç klinik özellikleri ve ekokardiyografik parametreleri her iki grupta benzerdi. Altı aylık raloksifen tedavisi sonunda sol ventrikül kütle ve kütle indeksi kontrol grubu ile karşılaştırıldığında benzerdi (201,2±25,9 gr’a karşın 169,7±46,2 gr, p=0,14 ve 120,4±25,9 gr/m2 karşın 105,5±26,3 gr/m2, p=0,195, sırasıyla). Sol ventrikül kütle ve kütle indeksi, grup içi analizlerde de her iki grupta benzerdi.
 
Sonuç: Postmenopozal kadınlarda altı aylık raloksifen tedavisinin miyokardiyal hipertrofi üzerine etkisi saptanmamıştır.


Objective: In healthy women, there is a progressive age-related increase in myocardial mass that is not seen in their male counterparts and occurs primarily in postmenopausal women. Raloxifene is a selective estrogen receptor modulator that has estrogenic actions on bone and the cardiovascular system. The aim of this study was to investigate the effect of raloxifene on myocardial hypertrophy in postmenopausal patients.
 
Methods: A total of 22 postmenopausal osteoporotic women were included in this open-label, randomized, prospective, controlled study. Patients were randomized into two groups: 11 of the patients (group 1) were treated with raloxifene 60 mg/day, and the other 11 patients?(group 2) were defined as the control group. Quantitative 2-dimensional and M-mode echocardiographic examination was performed in all patients at the beginning and repeated at the end of the 6-month follow-up period. Left ventricle mass (LVM) and left ventricle mass index (LVMI) were calculated for all patients.
 
Results: The mean age of the patients was 57.2±3.9 years, and baseline clinical characteristics and echocardiographic parameters were similar between the two groups. After 6 months of raloxifene treatment, there was no difference in echocardiographic parameters of LVM and LVMI compared with the control group (201.2±25.9 gr vs. 169.7±46.2 gr, p=0.14 and 120.4±25.9 gr/m2 vs. 105.5±26.3 gr/m2, p=0.195, respectively). There was also no significant difference in LVM and LVMI in the within-group analysis of both groups.

 
Conclusion: Raloxifene therapy does not affect myocardial hypertrophy in postmenopausal women after 6 months of treatment.
 


9.Clinical and electrophysiological evaluation of pediatric Wolff-Parkinson-White patients
Işıl Yıldırım, Sema Özer, Tevfik Karagöz, Murat Şahin, Süheyla Özkutlu, Dursun Alehan, Alpay Çeliker
PMID: 26006136  doi: 10.5152/akd.2014.5462  Pages 485 - 490
Amaç: Wolff-Parkinson-White (WPW) sendromu elektrokardiyografide (EKG) kısa PR aralığı ve delta dalgasının görüldüğü, paroksismal supraventriküler taşikardilere neden olabilecek bir sendromdur. Bu çalışmada WPW sendromlu çocukların elektrofizyolojik özelliklerinin incelenmesi ve elektrofizyolojik çalışmaya erişimin kısıtlı olduğu merkezlerde izlem için bir tedavi algoritmasının oluşturulması amaçlandı.
 
Yöntemler: Çalışmamızda kliniğimizde WPW tanısı ile elektrofizyolojik çalışma (EPS) uygulanan tüm pediyatrik hastaların bulguları retrospektif olarak değerlendirildi.
 
Bulgular: Çalışmamızda üçüncü basamak bir sağlık kuruluşunda 1997-2011 tarihleri arasında EPS uygulanan 109 hasta değerlendirildi. Hastaların ortanca yaşı 11 yıl (0,1-18) idi. Yüz dokuz hastadan 82’si taşikardi, 14’ü senkop yakınması ile başvururken 13 hasta asemptomatikti. Taşikardi ile başvuran 82 hastadan 6’sında, senkopla başvuran 14 hastadan 5’inde ve asemptomatik 13 hastadan 1’inde elektrofizyolojik çalışmada atriyal fibrilasyon uyarıldı. Atriyal fibrilasyonu uyarılan 12 hastanın 2’sinde atriyal fibrilasyon ventriküler fibrilasyona (VF) dönüştü. VF uyarılan hastalardan birinin başvuru yakınması senkop iken, diğeri asemptomatikti, her iki hastanın da aksesuar yol efektif refraktör periyodu ?180 ms ölçüldü. Doksan iki hastaya intakardiyak elektrofizyolojik çalışma ve/veya ablasyon uygulandı, 8’inde (%8,6) atriyoventriküler blok riski nedeniyle ablasyon denenmedi. Ablasyon uygulanan hastalarda başarı oranı %90,5 bulundu.

 
 
Sonuç: Çalışmamızda izlemde 109 hastadan 2’sinde VF görülmüş olması çocukluk yaş grubunda WPW seyrinin çok risksiz olmadığını düşündürtmektedir. WPW sendromlu hastaların seyrek de olsa ani ölüm riski taşımaları nedeniyle EKG’de WPW paterni saptanan tüm hastalar elektrofizyolojik değerlendirme ile risk belirteçleri yönünden araştırılmalıdır. Risk saptanan hastalarda uygulanacak ablasyon ile olası ani ölümler önlenebilir.


 


Objective: Wolff-Parkinson-White (WPW) syndrome presents with paroxysmal supraventricular tachycardia and is characterized by electrocardiographic (ECG) findings of a short PR interval and a delta wave. The objective of this study was to evaluate the electrophysiological properties of children with WPW syndrome and to develop an algorithm for the management of these patients with limited access to electrophysiological study.
 
Methods: A retrospective review of all pediatric patients who underwent electrophysiological evaluation for WPW syndrome was performed.
 
Results: One hundred nine patients underwent electrophysiological evaluation at a single tertiary center between 1997 and 2011. The median age of the patients was 11 years (0.1-18). Of the 109 patients, 82 presented with tachycardia (median age 11 (0.1-18) years), and 14 presented with syncope (median age 12 (6-16) years); 13 were asymptomatic (median age 10 (2-13) years). Induced AF degenerated to ventricular fibrillation (VF) in 2 patients. Of the 2 patients with VF, 1 was asymptomatic and the other had syncope; the accessory pathway effective refractory period was ?180 ms in both. An intracardiac electrophysiological study was performed in 92 patients, and ablation was not attempted for risk of atrioventricular block in 8 (8.6%). The success and recurrence rate of ablation were 90.5% and 23.8% respectively.
 
Conclusion: The induction of VF in 2 of 109 patients in our study suggests that the prognosis of WPW in children is not as benign as once thought. All patients with a WPW pattern on the ECG should be assessed electrophysiologically and risk-stratified. Ablation of patients with risk factors can prevent sudden death in this population.
 

10.Efficiency of postoperative statin treatment for preventing new-onset postoperative atrial fibrillation in patients undergoing isolated coronary artery bypass grafting: A prospective randomized study
Ufuk Aydın, Mehmet Yılmaz, Çağrı Düzyol, Yusuf Ata, Tamer Türk, Ahmet Lütfullah Orhan, Cevdet Uğur Koçoğulları
PMID: 26006137  doi: 10.5152/akd.2014.5531  Pages 491 - 495
Amaç: Preoperatif statin tedavisinin, postoperatif atriyal fibrilasyon insidansını azalttığı son çalışmalarda gösterilmiştir. Çalışmamızda, koroner baypas cerrahisi sonrası görülen atriyal fibrilasyonun önlenmesi için postoperatif erken dönemde başlanan statin tedavisinin etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık.
 
Yöntemler: Bu randomize, prospektif ??çalışma, elektif izole koroner baypas cerrahisi uygulanan 60 ardışık hastadan oluşturulmuştur. Hastalar statinlerin etkisini incelemek için postoperatif statin tedavisi verilen (Statin grup, n=30) ve statin almayan (non-statin grup, n=30) olarak iki gruba ayrıldı. Hasta veri ve analizi  prospektif olarak yapıldı.
 
Bulgular: Postoperatif atriyal fibrilasyon insidansı %30 bulundu. Statin grubunda 5 hastada (%16,7), non-statin grubunda ise 13 hastada (%43,3) postoperatif atriyal fibrilasyon tespit edildi ve anlamlı bulundu (p=0,049). Çok değişkenli analiz de, postoperatif statin tedavisi postoperatif atriyal fibrilasyon riskini %49 azaltmıştır (OR 0,512, %95 GA 0,005-0,517, p=0,012). Ayrıca, yaş postoperatif atriyal fibrilasyon için bağımsız bir belirleyicisiydi (OR 1,299, %95 GA 1,115-1,514, p=0,001).
 
Sonuç: Çalışmamızda postoperatif statin tedavisinin koroner baypas cerahisinden sonra atriyal fibrilasyon insidansını azalttığı gösterilmiştir.


 


Objective: Recent studies have demonstrated that preoperative statin therapy reduces the incidence of postoperative atrial fibrillation (AF). The objective of this study was to assess the efficacy of statin therapy started in the early postoperative period for the prevention from new-onset AF after isolated coronary artery bypass grafting (CABG).
 
Methods: This prospective and randomized study consisted of 60 consecutive patients who underwent elective isolated CABG. Patients were divided into two groups to examine the influence of statins: those with postoperative statin therapy (statin group, n=30) and those without it (non-statin group, n=30). Patient data were collected and analyzed prospectively. In the statin group, each extubated patient was given 40 mg of atorvastatin per day, starting from an average of 6 hours after the operation.
 
Results: The overall incidence of postoperative AF was 30%. Postoperative AF occurred in 5 patients (16.7%) in the statin group. This was significantly lower compared with 13 patients (43.3%) in the non-statin group (p=0.049). According to the multivariate analysis, postoperative atorvastatin reduced the risk of postoperative AF by 49% [odds ratio (OR) 0.512, 95% confidence interval (CI) 0.005 to 0.517, p=0.012]. Also, age was an independent predictor of postoperative AF (OR 1.299, 95% CI 1.115 to 1.514, p=0.001).
 
Conclusion: Postoperative statin therapy seems to reduce new-onset AF after isolated CABG in our study.
 

11.Altered heart rate variability depend on the characteristics of coronary lesions in stable angina pectoris
Jun Feng, Ailing Wang, Chao Gao, Jing Zhang, Zhengfei Chen, Linlin Hou, Chunmiao Luo, Yongjing Jiang, Jianyuan Pan
PMID: 25550177  doi: 10.5152/akd.2014.5642  Pages 496 - 501
Amaç: Kardiyak otonom sinir sistemi disfonksiyonu, koroner aterosklerotik kalp hastalığı için risk faktörlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kalp hızı değişkenliği (KHD), koroner arter bozukluğu ve otonom sinir sistemi disfonksiyonu arasındaki korelasyonu incelemek için kullanılmaktadır. Stabil anginalılarda, KHD yoluyla koroner arter harabiyeti ve otonom sinir sistemi disfonksiyonu arasındaki korelasyonu varsaydık.
 
Yöntemler: Elektif koroner anjiyografi ile stabil anjina pectoris tanısı konulan 236 kişi Gensini skor sistemi ile iki gruba ayrıldı (GS): GS ? 32 (GS1) ve> 32 GS2 (GS2). Alt gruplar stenoz lezyonların konumu ve koroner arter hastalığı sayısına göre bölündü. Stabil angina pektoristen şüphelenilen normal koroner anjiyografili 86 olgu, kontrol grubu olarak seçildi. Tüm deneklerden 24 saatlik elektrokardiyogram alındı ??ve time-domain KHD sonucu analiz edildi (SDNN, SDANN, SDNNind, RMSSD, PNN50).
 
Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırmada, GS1’de SDNN, SDNN, SDNNind ve RMSSD daha düşük; ve GS2’de SDNN, SDANN, SDNNind, PNN50 daha düşüktü; GS1 ile karşılaştırıldığında GS2’de SDNN daha düşüktü. Kontrol grubu ile karşılaştırmada, tek-damarda SDNN, iki-damar ve üç-damar hastalığında SDNN, SDANN daha düşüktü; iki-damar hastalığı ile karşılaştırmada üç-damar hastalığında SDNN ve SDANN daha düşüktü. Sağ koroner arter hastalığı ile karşılaştırıldığında, sol koroner arter hastalıklı grupta SDNN ve SDANN daha düşüktü, buna karşılık sol sirkumfleks lezyonları ile karşılaştırıldığında ise, sol ön inen arter SDNN lezyonlarında daha düşüktü.
 
Sonuç: KHD, koroner arter hasarı ve otonom sinir sistem disfonksiyonu arasındaki korelasyonun tahmininde önemli bir rol oynuyor olabilir.

 

 

Objective: Dysfunction of cardiac autonomic nerve system is considered as one of risk factors for coronary atherosclerotic heart disease. Heart rate variability (HRV) has been used to study the correlation between damage of coronary artery and dysfunction of autonomic nervous system. We hypothesize the correlation between damage of coronary artery and dysfunction of autonomic nervous system by HRV among subjects with stable angina.
 
Methods: A 236 subjects who diagnosed as stable angina pectoris by elective coronary angiography, were divided into two groups by Gensini score system (GS): GS?32 (GS1) and GS2>32 (GS2). Subgroups were divided based on location of stenosis lesions and the number of coronary artery disease. 86 subjects suspicious with stable angina pectoris with normal coronary angiography were selected as the control group. All subjects were received 24-hour ambulatory electrocardiogram and the result of time-domain HRV was analyzed (SDNN, SDANN, SDNNind, RMSSD, PNN50).
 
Results: Compared with control group, SDNN, SDNNind and RMSSD lower in GS1, and SDNN, SDANN, SDNNind, RMSSD, PNN50 lower in GS2; ccompared with GS1, SDNN was lower in GS2. Compared with control group, SDNN in one-vessel, SDNN, SDANN in two-vessel diseased and in three-vessel diseased were lower, and compared with two-vessel diseased, SDNN, SDANN lower in three-vessel diseased. Compared with right-coronary artery diseased, SDNN and SDANN in left-coronary artery diseased group were lower, while compared with lesions in left circumflex, SDNN in lesions in left anterior descending artery lower.
 
Conclusion: HRV may be play a crucial role in estimating the correlation between damage of coronary artery and dysfunction of autonomic nerve system. 
 

CASE REPORT
12.A rare association: concomitant presence of mitral valve blood cyst with atrial septal aneurysm and cor triatriatum dexter
Gökhan Özmen, Mehmet Demir, Hasan Arı, İbrahim Aktaş
PMID: 26006139  doi: 10.5152/akd.2015.5984  Pages 502 - 503
Turkish
 
Başlık:  Nadir bir ilişki: Mitral kapak kan kisti ile atrial septal anevrizma ve kor triatriyatum dextra birlikteliği



13.Hybrid approach of percutaneous mitral valve repair with the MitraClip followed by off-pump coronary artery bypass grafting
Mehmet Bilge, Sina Ali, Yakup Alsancak, Ayşe Saatçi Yaşar
PMID: 26006140  doi: 10.5152/akd.2015.6157  Pages 503 - 505
Turkish
 
Başlık:  MitraClip yöntemi ile perkütan mitral kapak tamiri sonrası off-pump koroner arter baypass cerrahisi; hibrit tedavi



14.Treatment of left main shock syndrome with percutaneous coronary intervention in the absence of an advanced left ventricular assist device or ECMO
Mutlu Vural, İrfan Şahin, İlker Avcı, Fatih Kızkapan, Sezai Yıldız
PMID: 26006141  doi: 10.5152/akd.2015.6195  Pages 505 - 507
Turkish
 
Başlık:  Gelişmiş bir sol ventrikül yardımcı cihaz veya ECMO yokluğunda sol ana şok sendromu tedavisinde perkütan koroner girişim


DIAGNOSTIC PUZZLE
15.Where is the culprit?
Şükrü Akyüz, Burcu Yüzbaş, Emir Renda, Neşe Cam
PMID: 26006152  doi: 10.5152/akd.2015.6241  Page 508
Turkish
 
Başlık:  Suçlu nerede?



LETTER TO THE EDITOR
16.Possible renoprotective effects of dabigatran
Oğuz Karahan
PMID: 26006142  doi: 10.5152/akd.2015.6316  Pages 509 - 510
Turkish
 
Başlık:  Dabigatran’ın muhtemel renoprotektif etkisi



17.The possibility of using spectral indices of heart rate variability to improve the diagnostic value of cardiovascular autonomic function tests in rheumatoid arthritis patients
Anton R. Kiselev, Anatoly S. Karavaev, Sergey A. Mironov, Mikhail D. Prokhorov
PMID: 26006143  doi: 10.5152/akd.2015.6373  Pages 510 - 511
Turkish
 
Başlık:  Romatoid artrit hastalarında kardiyovasküler otonom fonksiyon testlerinin diagnostik değerini arttırmak için kalp hızı değişkenliğinin spektral indekslerinin kullanım olasılığı



18.Restless leg syndrome and slow coronary flow. Is it inflammation or autonomic nervous system?
Göknur Tekin
PMID: 26006144  doi: 10.5152/akd.2015.6374  Pages 511 - 512
Turkish
 
Başlık:  Huzursuz bacak sendromu ve yavaş koroner akım. İnflamasyon mu yoksa otonom sinir sistemi mi?



19.Ultrasound-assisted catheter-directed thrombolysis for pulmonary embolism
Ufuk Eryılmaz, Şule Taş Gülen, Çağdaş Akgüllü, Esra Alperen, Osman Elbek
PMID: 26006145  doi: 10.5152/akd.2015.6175  Pages 512 - 513
Turkish
 
Başlık:  Ultrasonografi ile hızlandırılmış kateter eşliğinde trombolitik tedavi

20.Electrical storm in an adolescent with arrhythmogenic right ventricle cardiomyopathy treated with cardiac transplantation
Hayrettin Hakan Aykan, Mustafa Gülgün, İlker Ertuğrul, Tevfik Karagöz
PMID: 26006146  doi: 10.5152/akd.2015.5943  Page 513
Turkish
 
Başlık:  Aritmojenik sağ ventrikül kardiyomiyopatisi olan bir adolesanda kalp transplantasyonu ile tedavi edilen elektriksel fırtına



21.Long term follow-up in a patient with acute type A aortic dissection complicated with cardiac tamponade without surgery
Hakan Erkan, Gülhanım Kırış, Engin Hatem, Levent Korkmaz
PMID: 26006147  doi: 10.5152/akd.2015.6290  Pages 513 - 514
Abstract |Full Text PDF

DIAGNOSTIC PUZZLE - ANSWER
22.Where is the culprit?
Şükrü Akyüz, Burcu Yüzbaş, Emir Renda, Neşe Cam
PMID: 26006152  doi: 10.5152/akd.2015.6241  Page 515
Turkish
 
Başlık:  Suçlu nerede?



MISCELLANEOUS
23.Highlights from ACC 15 Scientific Sessions: Part 1
Cihangir Kaymaz, Lale Tokgözoğlu
doi: 10.5152/akd.2015.153201  Pages 516 - 522
Abstract |Full Text PDF

E-PAGE ORIGINAL IMAGES
24.Percutaneous transcatheter closure of giant coronary artery fistulazing to left ventricular cavity
Hüseyin Göksülük, Ahmet Alpman, Yusuf Atmaca, Menekşe Gerede, Özgür Ulaş Özcan, Çetin Erol
PMID: 26006148  doi: 10.5152/akd.2015.6318  Pages E17 - E18
Abstract |Full Text PDF

25.Giant coronary sinus of Valsalva aneurysm
Kemal Kara, Ersin Öztürk, Murat Yalçın, Celalettin Yüksel, Onur Sıldıroğlu
PMID: 26006149  doi: 10.5152/akd.2015.6327  Pages E18 - E19
Abstract |Full Text PDF

26.Rapidly growing fungus ball on prosthetic valve: Candida albicans endocarditis
Fatma Cavide Sönmez, Nuray Kahraman Ay, Osman Sönmez, Yasin Ay
PMID: 26006150  doi: 10.5152/akd.2015.6304  Page E19
Abstract |Full Text PDF

27.A rare cause of embolism in the popliteal artery of an adolescent: ruptured cardiac hydatid cyst
Mehmet Öztürk, Ahmet Sığırcı, Adile Ferda Dağlı
PMID: 26006151  doi: 10.5152/akd.2015.6341  Page E20
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 The Anatolian Journal of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.